Bugün bir anekdot anlatarak başlamak istiyorum. 2006 yılının Ramazan ayında din görevlisi olarak Almanya’ya gittim. Programlarımı hazırladım ve hazırladığım plan çerçevesinde faaliyetlerimize devam ederken Ramazan ayının ortasına doğru hiç beklenmedik bir durum ortaya çıktı. Mukabele okurken kadınlardan biri geldi ve kulağıma yavaşça; “Hocam, bir Türk kadın hastanede vefat etmiş. Normalde bizim kadın cenazeleri yıkayan bir gassalimiz vardı ama bayram için Türkiye’ye gitti. Sizden başka yıkayacak kimse yok. Cenazenin öğle namazına yetişmesini istiyorlar. Mümkünse mukabeleyi kesseniz de bir an önce cenazeyi yıkasanız” dedi. Bir an başımdan kaynar su dökülmüş gibi oldu. Ben o ana kadar bırakın cenaze yıkamayı bir cenaze ile aynı odada bile kalmadım.
Ama Müslüman bir hanım vefat etmiş, benden başka yıkayacak kimse yok ve cenaze ortada kalamayacağına göre, “tamam, bana müsaade edin, abdest tazeleyip geleyim” dedim. Kaldığım ev camiye çok yakındı. Hemen eve geçtim, buradan götürdüğüm ilmihalin cenaze bahsini açtım ve cenazenin yıkanması ile ilgili bölümü okumaya çalıştım. Kalbim öyle çarpıyor ki okuduklarımdan tek kelime anlayamıyorum ama sonunda zihnimde bir şey netleşti: Cenaze yıkamak, ölü bir kişiye gusül abdesti aldırmaktan ibaret. Yapabilir miyim? Yaparım, Allah’ın izniyle. Kefenleme ve kefenin parçalarını daha anlayarak okudum ve mescide geldim. Tedirginliğimi hanımlara belli etmemen gerekiyordu ve güya kendimden çok emindim. Sonra yanıma iki hanım geldi. “Hocam biz öbür gassale yardım ederdik. İsterseniz size de yardım edelim” dedi. Bu Rabbim’in ihsanıydı. Üç hanım birlikte cenazeyi yıkadık, kefenledik, cenazenin yakını beyler geldi hep beraber cenazeyi tabuta koyduk ve dışarı çıkardılar.
Cemaatle öğle namazını kıldıktan sonra kadınlar da dışarı çıktı. Cenaze namazı kılınacak. Kadınlardan birisi; “Hocam, kadınlar da cenaze namazı kılar mı, biz de arkadaşımızın cenaze namazını kılabilir miyiz” dedi. “Elbette, cenaze namazı, ölen kardeşimiz için duadır, biz de ona dua edeceğiz” dedim. Başka birisi; “Hocam, biz hiç cenaze namazı kılmadık, nasıl kılacağız bize anlatır mısınız?” dedi. Garip ama ben de o güne kadar hiç cenaze namazı kılmamıştım. Kızlar olarak, İmam-Hatip Lisesi ve İlahiyat Fakültesinde bütün teorik bilgileri almamıza, her tekbirden sonra okunacak cenaze duaları vs. öğrenmemize rağmen ben pratik olarak hiç cenaze namazı kılmamıştım. Uygulanmayan pratik haliyle unutuluyor. Biliyorum rükû ve secdesi yok, ölü için dua, tekbirlerle kılınacak bir namaz, kendim kılabilirim ama başkasına anlatabilecek seviyede değilim.
Bunu, burada benden daha iyi anlatabilecek kim olabilir diye düşünürken imam gözüme ilişti. “Hocam, hanım kardeşlerimiz de cenaze namazını kılmak istiyor ama içlerinde nasıl kılınacağını bilmeyenler var. Ben tek tek hepsine anlatmayayım. Siz kıldırmaya başlamadan önce mikrofonla cenaze namazının nasıl kılınacağını bir anlatsanız” dedim. İmam hemen yanındaki sandalyeye çıktı. Cenaze namazını bir güzel anlattı. Sonra hep birlikte kardeşimizin cenaze namazını kıldık.
*****
Bunu neden anlattım. Bu olay, bizim ülke olarak mescit-kadın ilişkimizin bir yansımasıdır. Siz, benim bilmememi benim ayıbım kabul edebilirsiniz ama bu benim ayıbım değil, yıllarca bu ülkenin kadınlarını mescitlerden uzak tutan ve hala da bu hususta direnen bu toplumun ayıbı.
*****
Aynı olayla hac ve umrede de karşılaşıyoruz. İlk gittiğimde kafilede bayan din görevlisi olarak gitmiyorduk. Doğrusu o senelere kadar kadın din görevlisi pek gitmediği için orada kadınlarımızın yaşadığı sorunlardan haberimiz yoktu. Ama ilk gittiğimde Kabe’de Cuma namazı kılınırken, Cuma namazının nasıl kılınacağını bilmediği için bir kenara çekilip kendi başına öğle namazını kılan; tilavet secdesini bilmediği için tilavet secdesine gidince secdeden sonra kıyama kalkmayan; sünnetlerin de cemaatle kılınacağını zanneden; imam cenaze namazına niyet edince sünnet kılınacağını zannederek sünnete niyet edip sonra da “hocam, herhalde imam şaşırdı sünneti kılacakken, Allahu ekber diye tekrarlayıp durdu” diyen kadınları görünce işte o zaman bu vebali topluma atarak kurtaramayacağımızı anladım. Maalesef üzülerek belirteyim ki hac ve umrede cemaatle yapılan toplu ibadetler konusunda bizim Türk kadınlarından daha zayıf olan yoktu.
*****
İlk gittiğim hacdan gelir gelmez, kadınların da Cuma namazı kılmasına müsait bir camide, Cuma namazından 1 saat önce tefsir derslerine başladım. Ders bitince Cuma namazını da kılıp dağılmaya başladık. Öğle namazını cemaatle kılıp varsa cenaze namazına katıldık. Hac öncesi seminerlerde kadınlara, cemaatle namaz, Cuma namazı, cenaze namazı, bayram namazı, tilavet secdesi gibi toplu ibadetlerin nasıl yapılacağını anlattım. Ayrıca gitmeden önce mahalledeki caminin imamına gidip cemaatle namazlara özellikle de sosyal içerikli ibadetlere katılmaları için kendilerine ortam hazırlamasını istemelerini önerdim. Arada çatlak sesler çıkmadı değil. “Cuma erkeklere farz, kadınlara değil, onlar karda dışarda namaz kılarken siz burayı nasıl işgal edersiniz; bu kadınları camiye dolduruyorsun, yanlarında çocukları getiriyorlar ya çocuklar altına kaçırıyorsa (!) vs. vs.”
Artık eskisi gibi değil. Başkanlığımızda bu konuda gereken tedbirleri aldı. Her bölgede kadınların rahat ulaşabileceği, araçlarını rahat park edebilecekleri, rahatça abdest alabilme imkanları olan camilerin belirlenip kadınlara duyurulmasını istedi. Artık her kafilede kadın hocalarımız olduğu için kadınları daha gitmeden bu ibadetler konusunda uyarmaya ve onlara bilgiler vermeye başladı.
Ama hani derler ya, ön yargıları parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur, diye. Aynen öyle. Kadınların mescide gelmesi konusunda hala büyük bir kararlılıkla direnen bir grup var. Halbuki Hz. Peygamber, kadınların mescide gitmesinin engellenmemesini emretmiştir. Kendisi namaz kıldırırken kadınların durumunu dikkate almış, ağlayan bir çocuk sesi duyarsa annesi zor durumda kalmasın diye kıraatini kısa kesmiştir. Kadınların Cuma namazlarına, bayram namazlarına katılmalarını istemiştir. Sahabeden bazı hanımlar, cuma günü minberden insanlara hutbe okurken Hz. Peygamber’in ağzından Kaf suresini öğrendiklerini söyler. Başka bir hanım sahabe, Hz. Peygamber’in bu sureyi sabah namazında da okuduğunu rivayet etmektedir. Hz. Peygamber, hanımların mescide rahat gelip gitmelerini sağlamak için bazı tedbirler almıştır. Bu sebeple O, mescidin bir kapısının kadınlara tahsis edilmesini istemiştir. Farz namazdan sonra önce kadınların mescitten çıkmalarını beklemiş, sonra kendisi sonra da diğer sahabe mescitten çıkmıştır.
Hz. Ömer mescitte hutbe okurken, kadınlara verilecek mihrin kısıtlanmasını emrettiğinde bir kadın sahabinin Nisâ Sure’nin 20. ayetini delil göstererek ona itiraz etmesi ve Hz. Ömer’in verdiği karardan dönmesi, bu uygulamanın halifeler zamanında da devam ettiğini göstermektedir.
*****
Fakat ne acıdır ki bu ümmet O’nun bu konudaki sünnetine sahip çıkamamıştır. Kayseri’nin en büyük camisi hala Selçuklu sultanı bir kadın tarafından yaptırılan Hunat Hatun Camisi olmasına rağmen hala bu caminin bir kapısı kadınlara ayrılamamıştır. Özellikle çarşı içinde olduğu için etrafta çalışan kadınlar, abdest alma mekânının da uygun olması sebebiyle öğle namazını orada kılmaktadır. Çıkışta mesaiye dönecekleri için acele etmekte erkeklerle karışmamak için kadınlar tarafındaki kapının kadınlara ayrılmasını yıllardır talep etmektedirler. Ama her nedense bugüne kadar defalarca dile getirilmesine rağmen bu talep henüz karşılık bulmamıştır.












