Bugün Türkiye’de nüfusun üçte ikisi yoksulluk sınırında yaşıyor. Emeklilerin büyük bir kısmı ve asgari ücretle çalışanların neredeyse tamamı ise açlık sınırının altında bir hayat sürmeye çalışıyor.
Şimdi soruyorum size; yıllarca çalışan, üreten, vergi veren insanlar; emekliliklerinde neden huzurlu bir yaşam süremiyor?
Neden yıllarını bu ülkeye adayan bir kuşak, şimdi en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hâlde?
Bu noktada durup düşünmeliyiz: sorun bireyler de mi, yoksa sistemde mi?
Gerçek şu ki, sorun çok daha derin. Bu ülkede bir süredir emek, değersizleştiriliyor.
Üreten değil, yöneten kazanıyor. Sistemin adaleti ise güçlü olanın lehine işliyor!
Açık konuşmak gerekirse, emekliler artık toplumun omurgası değil; sessizce kenarda beklemesi gereken bir figür olarak görülüyor.
Ve burada ki mesele yalnızca maaşların yetersizliği değil.
Asıl mesele, derin bir değer kaybı yaşanıyor olması.
İnsan emeğinin, yaşanmış hayatların, dökülen alın terinin göz göre göre değersizleşmesi…
Üstelik bu sorun yalnızca emeklilerin değil; hepimizin ortak meselesi.
Çünkü bugünün çalışanları, yarının emeklileri.
Bugün sesini çıkarmayan herkes, yarın aynı sistemin mağduru olmaya aday.
Bu gerçeklik karşısında sessiz kalmak, aslında içinde bulunduğumuz adaletsizliğe de göz yummak demektir.
O yüzdendir ki, bizlere düşen bu sesiz çığlığı duyurmak, daha insancıl politikaların hayata geçmesini talep etmek olacaktır.












