Hayat akıp gidiyor.
Pandemi, savaş, deprem derken geleceğin sillelerinin ne zaman ve nereden geleceğini bilemediğimiz bir boşlukta asılı kalmış gibiyiz.
Oysaki insan evladı belirlilik ve keskinlik arıyor, hatta geleceği tahmin etmek isteyenler bile var.
Bazılarımız uzun yaşayalım ancak yaşlanmayalım istiyor.
Ne kadar uzun yaşarsak o kadar mutlu olacağımızı bile düşünüyoruz.
Ve yaşamaya değer bir hayat istiyoruz ancak nasıl olacağını bilemiyoruz.
Hangi yaşta olursak olalım, neredeyse herkeste bu saydıklarım varlığını gösteriyor.
Ve hakikat şu ki sonunda hepimiz öleceğiz ve ecel vaktini önden bilme gibi şansımız yok.
Özetle hangimiz bir kar tanesi değil ki…
Herkes bir bir eriyip gidecek, kalırsa bir hikâye kalacak ardımızda…
O da zamanla unutulup gidecek.
O yüzden saçma sapan sorularla hayatınızı meşgul etmeyin.
Her anımızın kıymetini bilelim, her nefesimizi hediyeymiş gibi yaşayalım.
Unutmayın ki tüm kilitli kapıların anahtarları bizim elimizde.
Atalarımızın da dediği gibi, ‘Kendi yağında kavrulmak’ deyimi aslında sürdürülebilirliği kendi yaşamlarımızda nasıl sağlayacağımızın en net özetidir.
Kendi kendine yetmek, kendi kendisi için her şey olmak ve tüm varlığımı kendimde taşıyorum diyebilmek, rüzgâra kapılmış bir yaprak parçası olmaktansa, yönünü belirleyebilen, rotasını ve etki alanını keşfetmiş bir insan olma haline dönüşmek elbette ki mutluluğumuz için en yararlı özelliktir.
İşin özü gündelik sorunlarla hayatınızı meşgul etmeyin ve gücü dışarıda değil, kendi içinizde aramaya odaklanın.
Hayatının ilk dönemi köle olarak geçiren Pubilius Syrus’un dediği gibi;
“Büyük bir imparatorluk mu istiyorsun? Kendine hükmet!