Hafızayı beşer, nisyan ile malûldür...
Herkesin anlayacağı dille ifade edersek, balık hafızalıyız galiba…
Vahamet boyutundaki olayları bile bir haftada unutup gideriz...
Sonra ne zaman önümüze yeni bir hadise gelse, vah-vah, tüh-tüh moduna gireriz yeniden… Üzülürüz; Hem de en derinden...
İçimiz yanar... Fakat sahiden, ancak unuturuz işte...
Toplumsal manada en iyi yaptığımız şey, unutmak sanırım.
Ve olan olduğu ile kalır…
Hâsılı, iyiliği de unuturuz, kötülüğü de.
Hatırlasak, sorun kalmayacak.
Sorgulamayı başarsak, meseleler, hal yoluna girecek ama biz ısrarla unutmayı tercih ediyoruz; belki de bilerek… Kim bilir belki de istemeden…
Sonuç; unuttuğumuz, üzerini örttüğümüz ne varsa, hangi sorunsa tekrar tekrar yaşamak durumunda kalıyoruz. Haliyle sarıyoruz, başa dönüyoruz. Dinmeyen, bitmeyen bir kısır döngü bu.
Hep aynı yoldan gidip, aynı adresi sorup farklı bir sonuç almayı bekliyoruz ama nafile. Ne yazık ki hikâye hep aynı yol güzergâhına çıkıyor ve biz bir türlü görmeyi öğrenemiyoruz!
Ne diyordu bir bilen, biz kulak verelim:
Aptallık nedir?
Gerçeği bilerek,
Gerçeği görerek,
Hâlâ yalanlara inanmaktır...
Devam edelim:
İyi olduğunu gerçekten bildiğiniz bir fikriniz varsa, salağın tekinin sizi vazgeçirmesine izin vermeyin.
Zira iyilik sessizdir, bağırmaz...
Kötülük ise sesini her yerden duyurmaya çalışır...
Ha bu arada yazıyı noktalarken, unutmadan gönderilim…
Üç kuruş menfaati için;
Karakterinden vazgeçen kaltabanlara da selam olsun...