Televizyon kumandasını elinize alıp kanallar arasında dolaştığınızda, karşınıza illa ki bir yarışma programı çıkar.
Kimi bilgi yarışı, kimi yetenek, kimi yemek, kimi ise hızla değişen stratejilere dayalı...
Ortada bir ödül var, bir yarış var, ama hepsinden önce bir gösteri var.
Ve bu gösterinin en büyük ortağı, izleyici.
Yarışma programları, ekranın karşısında oturan milyonları içine çeken bir cazibe merkezi haline geldi.
İnsanlar yalnızca bilgi öğrenmek ya da güzel bir ses dinlemek için değil, bir hikâyeyi takip etmek için izliyor bu programları.
Çünkü artık yarışmalar sadece yarışma değil; karakterler, dramalar, ittifaklar, sürprizler, duygusal anlar ve elbette reyting kaygısıyla yaratılan senaryolarla dolu bir diziye dönüşmüş durumda.
İzleyici ne istiyor? Sürükleyici bir tempo, biraz gözyaşı, biraz gülümseme ve bir doz da “kendini bulma”.
Evet, çünkü yarışmacıların çoğu, izleyiciye kendisini hatırlatıyor.
Sıradan bir işte çalışan biri, çocukluk hayalini gerçekleştirmek isteyen bir genç, ailesine destek olmak için mücadele eden bir anne ya da yıllardır bir fırsat bekleyen bir emekli... İzleyici bu insanlara bağlanıyor.
Onları destekliyor, sosyal medyada savunuyor, hatta onların kazanması için oy bile veriyor.
Ancak bu güçlü bağın ardında başka gerçekler de var.
Bazı programlar, yarışmacıları tanıtmak yerine "yaratmayı" tercih ediyor.
Duygular kurgulanıyor, dramlar köpürtülüyor, tartışmaların dozu reyting için ayarlanıyor.
Ve bu noktada, izleyiciye sunulan şey bir yarıştan çok bir kurgu oluyor.
Gerçek olanla kurmaca iç içe geçiyor.
Yine de inkâr edemeyiz:
Yarışma programları ekran başındaki milyonlarca insana umut, heyecan ve kısa bir kaçış sunuyor.
Günün yorgunluğunu atmak isteyen, biraz gülmek isteyen ya da kendi hayatıyla yüzleşmekten yorulan izleyici, bu programlarda bir süreliğine başka bir dünyanın parçası olabiliyor.
Ama sormamız gereken asıl soru şu:
İzlediğimiz gerçekten bir yarışma mı, yoksa ustalıkla yazılmış bir gösteri mi?












