Güneşin en dik, gölgenin en kıymetli olduğu ay.
Sabah serinliğinin bile tereddütle geldiği, sokakların gündüzleri sessizliğe büründüğü bir zaman dilimi.
Ağustos’ta hayat biraz yavaşlar.
Herkesin bir bahanesi vardır durmak için:
“Sıcak çok”, “Hava yakıyor”, “Tatil dönüşü sendromu…”
Sabah erkenden pazara giden teyzelerin adımları bile daha yavaştır bu ay.
Gölgeden gölgeye yürünür, en kısa yollar aranır.
Bakkalın önü sohbet köşesine dönüşür; çünkü içeri girip alışveriş yapmak bile sıcakta bir mücadeleye dönüşür.
Klima uğultusunun, vantilatör pervanelerinin sesi yerleşir evlerin içine.
Akşamüstü olunca mahalle yavaş yavaş canlanır.
Çocuklar sokağa dökülür, anneler kapı önlerinde sandalye çeker.
Bir yerden limonata kokusu gelir, bir yerden karpuz kesilir.
Televizyonda yaz dizileri, elde yelpazeler…
Ağustos, bildiğimiz hayatı yavaş çekimde yaşatır bize.
Tatile gidenler dönmeye başlar.
Dönmeyenler ise şehirde tatil havası arar.
Balkona bir masa kurulur, plastik sandalyeler dizilir.
Kavun kesilir, belki biraz peynir.
En küçük şeyler bile bir keyfe dönüşür, çünkü Ağustos’un sıcağında hayatı zorlamak mümkün değildir.
Bir yandan okul hazırlıkları yavaş yavaş başlar.
Kırtasiye vitrinlerinde defterler, kalem kutuları yerini alır.
Çocuklar bir yandan yeni çantalarına bakar, bir yandan hâlâ yazın bitmediğine kendilerini ikna etmeye çalışır.
Ağustos, sanki zamanın biraz büküldüğü bir ay gibidir.
Ne tam yazdır, ne de sonbahar.
Ne tamamen tatildir, ne de tamamen mesai…
Her şeyin biraz azı yaşanır.
Biraz çalışılır, biraz dinlenilir.
Biraz özlenir, biraz sabredilir.
Ve sonra…
Eylül kapıya dayanır.
O zaman anlarsın Ağustos’un ne kadar sessiz ama kıymetli olduğunu.
Çünkü o, koşmadan yürümeyi hatırlatır.
Sıcakta dinlenmenin, azıcık gölgenin bile ne kadar değerli olduğunu gösterir.
Ağustos’ta hayat yavaşlar.
Ama belki de tam bu yüzden, gerçek hayatı biraz daha yakından hissederiz.












