Bir zamanlar çocuklar “büyüyünce öğretmen, doktor, astronot olacağım” derdi.
Şimdi ise yeni neslin cevabı çoğunlukla aynı: “Fenomen olacağım.”
Evet, 2025 Türkiye’sinde artık bir kameranın karşısında konuşmak, dans etmek ya da gündelik hayatını paylaşmak; pek çok gencin gözünde bir kariyer, hatta bir kimlik biçimi haline geldi.
Sosyal medya fenomenleri, milyonlarca takipçisiyle adeta yeni çağın “ünlüleri”.
Ancak bu popülaritenin temelinde sanıldığı kadar masum bir merak yok.
Fenomenlik, sadece beğeni toplamakla sınırlı kalmıyor; düşünme biçimimizi, tüketim alışkanlıklarımızı ve değer yargılarımızı da şekillendiriyor.
Reklam iş birlikleri, ürün tanıtımları, “mükemmel” hayat algısı…
Hepsi birer vitrinde sunuluyor.
Peki bu vitrin, gerçeği ne kadar yansıtıyor?
Fenomenlerin birçoğu artık sadece eğlence figürleri değil; moda, güzellik, yaşam tarzı, hatta siyaset hakkında da yönlendirici olabiliyor.
Takipçileri için bir “örnek” haline gelirken, toplumda görünmeyen bir güç odağına dönüşüyorlar.
Ancak bu noktada tehlike başlıyor:
Rol model olmak sorumluluk ister.
Fenomenlik ise çoğu zaman plansız, denetimsiz ve etik sınırları belirsiz bir alan.
Bir cümle, bir paylaşım ya da bir yanlış bilgi milyonlara ulaşabiliyor; hatta algıyı, davranışları, hatta gençlerin özgüvenini etkileyebiliyor.
Elbette her fenomeni aynı kefeye koymak haksızlık olur.
Eğitim, bilim, çevre ya da toplumsal farkındalık üzerine içerik üreten pek çok yaratıcı isim de var.
Onlar sosyal medyayı bilinçli kullanarak fark yaratıyor, dijital dünyayı bilgiyle buluşturuyor.
Fakat sorun şu: Gençler, görünür olanı örnek alıyor.
Işıltılı hayatlar, pahalı markalar ve “sürekli mutlu” görünen yüzler…
Oysa perde arkasında çoğu zaman yalnızlık, baskı ve kaygı var.
Bugün toplumun ihtiyacı, parlayan yıldızlardan çok ışık tutan insanlara.
Gerçek rol modeller; dürüstlük, emek, üretkenlik ve vicdanla öne çıkanlar olmalı.
Sosyal medya güçlü bir araç ama ne yazık ki doğru kullanıldığında bir köprü, yanlış kullanıldığında ise bir uçurum haline geliyor.
Sonuç olarak; fenomenler çağında asıl mesele “kaç takipçin var” değil, “kaç insana gerçekten dokunabiliyorsun” olmalı.
Çünkü kalıcı olan beğeniler değil, bırakılan izlerdir.












